Din Hayatımızı Anlamlandırır

Tarihin, insan hayatının, evrenin yorumlanmasında, ruh ve mana kazanmasında dinin büyük katkıları olup onu basit bir gelenek ve görenek sayanlara inat din, duygu ve düşüncenin filizlenmesinde ve beslenmesinde en eski, en köklü, en derin ve en etkili kaynak olmuş. Dünya tarihinin sayısız düşünürü, filozofu, sanatkârı, bilim, siyaset ve aksiyon adamı ondan ilham almış, beşeri duygu ve düşünceleri diri tutmuş, onlara derinlik katmış, yoğurup şekil vermiş. Din, insanların yeni bir usul ve yöntem geliştirmelerinde, hayatın basmakalıp tarzlarının dışına çıkmalarında, özgün ve zengin bir fikir, duygu ve hayat iklimi oluşturmalarında rehber olmuş. Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Hacı Bektaş Veli, Ahmed Yesevi ve Yunus Emre gibi kültürümüzde derin izler ve kıymetli eserler bırakan şahsiyetler, iliklerine kadar hissettikleri dinî duygu, coşku ve heyecanı basmakalıp, sıradan bir din anlayışının çok ötesine, her bakımdan örnek bir hayat tarzına taşıyan güzel insanlardır. Her biri, kendine has, yeni ve canlı bir üslubun mimarı olarak içinde yaşadıkları topluma birer rol model olmuşlardır. En ileri, en insani, en vicdani hayat ilkelerini dinin içinde bulmuş ve hayatla buluşturmuşlardır. (Kaplan 1970: 122, 144-45) Toplumun bilge ermişleri olarak hem “dinli” hayatın hem de “hayatlı” dinin en güzel, en saf, en duru örneklerini sunmuşlardır.     
Din…
“Ben kimim? Niçin varım? Nasıl bir hayat istiyorum? Ölüm neden var?” gibi hayatın zor, büyük, çetrefil sorularını merak eden, soran akıl ve idrak sahiplerine cevaplar sunar. Kendinden emin kimselerin meraklı arayışlarına kılavuzluk yapar, ellerine bir yol haritası verir. İnsana yalnızca hayatın çetin sorularının cevaplarını bulmada rehberlik yapmaz, aynı zamanda ona, duyu organlarıyla algılanması mümkün olmayan soyut âlemin sırlarını çözmede de ne kadar sınırlı ve âciz bir varlık olduğunu hatırlatır. Yol göstericiliğini kabul ettiği takdirde güç soruların ikna ve tatmin edici cevaplarını bulmada asla yalnız ve çaresiz olmadığını fısıldar kulağına. Bu amaçla, sahte ile gerçeğin arasını ayırt etmesine yardımcı olacak ölçütler koyar önüne.
Din…
Allah’ın kendi varlığını ilahi vahiy yoluyla bize açtığını ve bizimle irtibat kurmak istediğini söyler. Bize Allah’ı daima hatırlamamızı, O’nu unutmamamızı tembihler. Allah’ı unutanın kendi varlığını da unutacağı uyarısını yapar. Allah’ı unutanın yoldan çıkacağını söyler. (Haşr, 59/19) Hayatın en çetin sorularının cevaplarını Allah’ı hesaba katmadan ve hatırlamadan bulmanın imkânsız olduğunu vurgular.
Din…
Katı somut nesneler dünyasından hayatın aşkın anlamlarını çıkarmanın yoludur. İnsanın “var olan ve varlık sahibi” bir canlı olduğunu, yaratılmış varlıklar âlemini tamamlayan en “hayati parça” olduğunu kavramanın yoludur. İnsana bütün varlıklar içinde özel bir önem atfeder. Çok özel bir varlık türü olarak ona ayrıcalık tanır. Onu evrenin “göz bebeği” mesabesinde tutar; bu iltifata layık yegâne varlık olduğunu hissettirir ona. İnsana, kendi varlığının sırlarının hayatın içinde gizli olduğunu, bunu keşfetmek için hayatın kaynaklarıyla temasa geçmesi gerektiğini öğütler. Hem evrenin hem kendisinin bilmecesini ise ancak Allah ile olan ilişkisini güçlü ve sağlıklı kurduğu takdirde çözebileceğini söyler.
Din…
Akıllı, özgür, bilinç sahibi bir varlık olarak tanımlanan insanı iyi, doğru ve güzel olana götüren, hayatına yön veren, onu aşırılıklardan ve sapmalardan koruyan “ilahi” bir sistemdir, bir nizamdır, bir kalkandır, bir inançlar bütünüdür. Onun hem bu dünyada hem ahirette mutlu olmasını hedefler. Onu ölüm korkusundan, yokluğa karışma kaygısından, yapayalnız olma hissinden kurtarır. Onun için karanlıkları aydınlatan bir ışıktır.
Din…
Bize hayatta her şeyin bir sınırı olduğunu söyler. İnsan türü olarak “sonlu” bir varlık olduğumuzu ve tabiatıyla sınırlılığımızı hatırlatır. Bedenimizin, hayatımızın, aklımızın, duyularımızın, bilgimizin, yeteneklerimizin, tecrübelerimizin de dolayısıyla sınırlı olduğunu, bunlarla böbürlenmememiz gerektiğini sürekli hatırlatır. Bu sınırlı oluşu, Rahman olan Allah’ın rahmet okyanusundan payımıza düşen birkaç damlacığa benzetir. Din, içine fazlaca daldığımızda bize hem kendimizi hem Rabbimizi unutturan dünyamızın da sınırlı olduğunu söyler. Sınırlı ve sonlu bir dünyada sınırlı ve ölümlü bir varlık olan insanın, gönlünü Allah’a açtığında O’nun uçsuz bucaksız rahmet ummanında sonsuzluğu ve sınırsızlığı tadacağını anlatır. Oysa hayatın sadece doğum ve ölüm arasında belli bir süreyle sınırlanmadığını söyler insana. (Ökten & Sayar 2021, 13-14) Kendisine kulak verene, kalbini ve yüreğini açana, samimi olana, ön yargılardan sıyrılana çok şeyler söyler. Dinleyene yoldaş, anlayana sırdaş, kalbini açana arkadaş olur. Darlıkta en büyük teselli, ferahlıkta en büyük huzur olur ona. Yolunu kaybettiğinde ışıtır yolunu, çıkarır onu aydınlık ve saadete.
Din…
İnsana sadece bu dünya için değil, iki âlem yani hem dünya hem ahiret için yaratıldığını hatırlatır. Bedensel ölümün iki âlem arasında bir sınır çizgisi görevi gördüğünü söyler. Varlığın sadece bu dünya ile sınırlı olmadığını anlatır. Bu dünyanın geçici ve hayatının aldatıcı, diğer dünyanın ise sahici, kalıcı olduğunu vurgular ve kişiyi asla aldanmaması için uyarır. Bu manada, dinin, ahiret huzuru için hazırlığın bu dünyada tamamlamasını haber veren bir erken uyarı sistemi görevi de gördüğünü söyleyebiliriz. Sahip olunan ömrün eldeki tek fırsat ve sermaye olduğunu her vesile ile anımsatır ve heba edilmemesi, kıymetinin bilinmesi tembihinde bulunur.

5