Dinler Çeşitlidir Ama Eşit Değildir

Din dediğimizde yelpazesi son derece geniş bir sosyal ve kültürel sistemden konuştuğumuzun farkında olmamız gerekir. Bu sebeple, dinin farklı kültür ve topluluklarda çeşitli biçimlerinin olması garip karşılanmamalıdır. Bu durum, dinlerin farklı coğrafyalarda farklı yerel ve kültürel değerlere göre anlam, biçim ve tarzlara büründüğünü ve hayata aktarıldığını gösterir. Şüphesiz her dinde inanılan, tapılan, ibadet edilen, kendisine adaklar adanan bir Tanrı ya da tanrılar grubu vardır. Buna göre dinler genelde tek tanrılı ve çok tanrılı dinler şeklinde bir ayrıma tabi tutulmuştur. Bunların içinde bir peygamberi, kurucusu, kutsal kitabı, kutsal metinleri olan dinler var. Hemen her dinin kendine has ibadet biçimleri, ayinleri, merasimleri, uygulamaları var. Hemen her dinde saygı gösterilen, korunan kutsal mekânlar, kutsal nesneler var. Hemen her dinde uyulması ve kaçınılması gereken bir dizi kural var, isterseniz buna emir ve yasaklar bütünü diyelim. Dinlerin kendilerine özel ahlak anlayışları, dünya görüşleri, hayat tarzları var. Neticede dinler çeşit çeşittir derken neyi kastettiğimiz sanırım şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.
Bugün geniş yeryüzü coğrafyasında yaklaşık 4300 din var. Bu rakam sakın bir abartı görülmesin. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 75’i “en nüfuzlu” beş dinden (Hristiyanlık, İslam, Hinduizm, Budizm ve Yahudilik) birine mensup. Diğer taraftan, kendisini seküler, ateist veya agnostik kabul edenlerin sayısının bir milyarın üstünde olduğu söyleniyor. (theregister.com) 1,3 milyar ile 1,7 milyar arasında değişen Müslüman sayısında belli bir kotanın olabileceği ihtimali lütfen gözden uzak tutulmasın. Müslümanların hanesine yazılması gereken kalabalıklar “potansiyel Hristiyan” yani Hristiyan olmaya aday kabul edildiklerinden bu rakamlara dâhil edilmiyorlar. Bu amaçla Hristiyan misyonerlerinin bu bölgelerde hummalı bir Hristiyanlaştırma çabası içinde olduklarından emin olabilirsiniz. Fakat her ne hikmetse, İslam en hızlı büyüyen din olma özelliğini hâlâ koruyor. Hâlihazırda en kalabalık Müslüman ülkesi Endonezya olurken, en küçük Müslüman ülkeler ise Brunei, Bahreyn ve Maldivler şeklinde sıralanıyor.
Mevcut dinleri kendi içinde kategorilere ayıran bir gruplama şöyledir: İlahi dinler, Hint dinleri, Japon dinleri, Vietnam dinleri, Kore dinleri, İran dinleri, Pagan dinleri ve Yeni Dinî Hareketler.
İlahi dinleri tarih sırasına göre sayacak olursak bu, Yahudilik (Musevilik), Hristiyanlık (İsevilik) ve İslam şeklinde olacaktır. Bu üç din arasında bir ayrım gözetmeksizin kökenlerini Hz. İbrahim’in din anlayışına götürerek hepsine birden “İbrahimî dinler” diyenler de var. Ancak bunun kesinlikle doğru bir adlandırma olmadığını burada vurgulamış olalım. Bir iddiaya göre, İbrahim dinleri kategorisine girenler sadece bu üç din değildir. Bahailik, Yezidilik, Dürzilik, Sâmirilik, Rastafarilik gibi dinler de İbrahimî dinler sınıfındandır. (Abulafia 2019) 
Diğer taraftan bu kavramın farkına varmadığımız sakıncalı bir boyutu daha var. Ardında “dünya dini, dinler birliği, ılımlı İslam, dinler arası diyalog” gibi kavramları saklar. Hep birlikte bu kavramlar güya sevgi, barış, kardeşlik, hoşgörü, bir arada yaşama, dünya vatandaşlığı gibi kulağa hoş gelen cazip şeyler fısıldasalar da aslında İslam’la mücadelenin “modern” bir türü olarak özenle seçilmiş ve kullanıma sunulmuşlardır. (Beşer 2018)     
Diğer taraftan, İslam dinini “Muhammedilik” şeklinde adlandıranlar da var. Hemen söyleyelim ki, bu isim de gerçeği saptırma amacı güdüyor, dolayısıyla tamamen bir yakıştırmadan ibaret. İslam kelimesi yerine bu kavramı geçmişte kullananlar daha ziyade İslam’a, onun Peygamberine ve Müslümanlara karşı konulmaz bir ön yargı ile yaklaşan oryantalistler yani Batılı İslam araştırmacıları idi. Bu kavram da kendinde sinsi bir anlam içerir. Güya İslam dini peygamberlik iddiası ile ortaya çıkan Mekkeli bir Arap olan Muhammed isminde biri tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla, bu anlayışa göre, Muhammed’in peşinden körü körüne giden, ona tapan, onun icat ettiği, ürettiği fikirlere din diye inanan kimseye de “Muhammedi” denir. 
Biz bunu da kesin olarak reddediyoruz. 
İslam ve Müslüman kavramlarını kasıtlı olarak kullanmaktan, ağızlarına almaktan çekinen, onu Hristiyanlıktan kopya çeken bir din kabul edenlerin bu çirkin yakıştırmasından kendimizi uzak tutuyoruz. Hz. Muhammed (s.a.s.) asla bir din icat etmemiştir. Bilakis o, ilk Peygamber Hz. Âdem’den (a.s.) itibaren yeryüzüne Allah’ın tevhid dini olan İslam’ı tebliğ etmek için gönderilen peygamberler halkasının son ismidir.  Bir kısmının adları Kur’an-ı Kerim’de anılan çok sayıda peygamberin de dini olan İslam’ın peygamberidir. Bu din ne Hz. İbrahim’le başlamıştır ne de iftiracı inkârcıların dediği gibi Hz. Muhammed tarafından icat edilmiş ya da uydurulmuştur. 
Bir kere daha vurgulamış olalım ki, bu tür kavramlar gerek İslam’ı gerek onun Peygamberini ve gerekse Müslümanları aşağılamak için bilinçli kullanılmaktadır. Biz bu kavramları ve türlü yakıştırmaları kesinlikle kabul etmiyoruz.  
İslam, Kur’an’da da açıkça belirtildiği üzere, Allah katındaki hak dinin karşılığıdır. Allah’ın razı olduğu yegâne dinin özel adıdır. Müslüman ise Allah’ın dinine inanan, Allah’ın varlığına ve birliğine hiçbir şüphe taşımaksızın gönülden, samimi bir şekilde iman edendir. Bu bakımdan “Müslüman” kimlik ve sıfatını taşıyan kişi aynı zamanda şu gerçeğin de farkında olmalıdır. Müslüman kimliği ve sıfatı, özünde, insanı yücelten, onu özel ve değerli kılan bir anlama sahiptir. Bilinçli bir Müslüman için Hz. Muhammed (s.a.s.), bu vahiy dinini insanlara eksiksiz ulaştırmak için Allah’ın görevlendirdiği bir elçidir, bir peygamberdir. O, asla bir ilah değildir, Allah ile bir akrabalık bağı yoktur. O sadece bir insandır (beşer). Onu ilahlaştırmaz, ona ilahlık özellikleri yükleyip tapmaz. Böyle bir hadsizlik, onun gözünde Allah’ın tekliğini, yüceliğini ve eşsizliğini açık bir ihlal ve inkârdır. 
Müslüman gayet iyi bilir ki, Allah’ın yücelik (ulûhiyet) ve birlik (vahdâniyet) bakımından hiçbir ortağı yoktur ve Hz. Muhammed (s.a.s.) yalnızca bir kul ve son peygamberdir. Dilinden hiç düşürmediği kelime-i tevhid (Lâ ilâhe illallah Muhammedûn Resûlullah / Allah’tan başka ilah yoktur; Muhammed Allah’ın Resûlü’dür.) bu inancın dil ve kalp ile yapılan açık ve kesin ilanıdır. Müslüman’a kimliğini ve sıfatını veren en temel dinî düstur budur. 
Müslüman için “hakiki” din İslam’dır; tevhid de onun biricik temelidir.
Dolayısıyla, bir Müslüman için hiçbir din İslam dini ile denk değildir. 
Bugün, dinlerin eşit olduğunu, aralarında herhangi bir farkın bulunmadığını sıklıkla dillendiren seküler bir anlayış da vardır. Bu anlayışa göre, bütün dinler aynı zamanda bir ahlaki sistemdirler ve birtakım metafizik (fizikötesi) ayin ve ibadetlerden ibarettirler, bu sebeple birbirlerine denk olup aralarında bir ayrım ya da tercih söz konusu olamaz. Bu iddia sahiplerine göre, hiçbir dinin verdiği bilgi ve mesaj herhangi bir değere sahip değildir, karşılığı da yoktur. Dahası dinler, dinî konularda aklı dışladıkları için gereksizdirler, ciddiye alınmamalıdırlar. 
Faslı çağdaş âlim Taha Abdurrahman, seküler bilgiyi ve salt akılcılığı temel alan bu iddiaların birkaç nedenden çürük ve asılsız olduğunu söyler. (Abdurrahman 2021: 103-108)
İlk olarak, din, aklın kavrama gücünü göz ardı etmez, bilakis bu güce alan açar. Bununla birlikte, aklın soyut bir Varlık (Allah) tasavvurunun varabileceği son noktayı kavraması ancak dinin yol göstermesi ile mümkündür. Başka bir deyişle, eşi ve benzeri bulunmayan bir Yüce Varlık’ı kavramada din, merkezî bir rol üstlenir ve akla bu konuda yol gösterir. Onun adına “vahiy” denen ilahi bildirimleri aklın önünü açar, ufkunu genişletir. 
İkinci olarak, insanı tek ve Yüce bir Allah’a kul olmaya davet eden tevhid dini şirk dinlerinden her zaman üstündür. Şirk dini, birden fazla tanrıya tapınmayı ve kulluk etmeyi içerir. Hâlbuki insan için doğru ve makul olan tutum, çok sayıda tanrı yerine tek bir İlah’a kulluk etmektir. Çünkü tanrı kavramı tek, yüce, eşsiz ve benzersiz olmayı zorunlu kılar.
Üçüncü olarak, dinler birbirlerinden hem türleri hem süreçleri bakımından üstündürler. Şirk dinleri insan icadıdır. Tevhid dini ise, uzun bir vahiy sürecinin ürünüdür. Dinî mükemmellik ve yetkinlik söz konusu olduğunda, vahiy süreciyle oluşan tevhid dini bu sürece sahip olmayan şirk dinlerinden derece bakımından çok üstündür. 
Bu özellikler dikkate alındığında, bir vahiy ve tevhid dini olan İslam dini diğerlerinden daima üstündür.

8