Güçlü ve Başarılı Bir Lider

İnsanları hak yola davet eden bir peygamber olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.s.), bu görevinin bir sonucu olarak lider konumunda olmuştur. Bu liderlik öncelikle iman ve ibadete dair konulardadır. Daha sonra da dinin doğasına uygun olarak ahlaktan sosyal yaşantıya, ticaretten hukuka kadar tüm hayatı kuşatan geniş bir sahada kendisini göstermiştir. 
İlk Müslüman olan Sevgili Peygamberimiz, vahiyle gelen bilgileri ilk öğrenen, özümseyen ve hayata geçiren kişidir. Dinî hükümlerin ilk uygulayıcısı ve tüm ahlaki güzelliklerin kendisinde vücut bulduğu yegâne örnektir.  Bu bakımdan dinî hayatı yaşamada müminlere öncülük etmiştir. Aynı zamanda dinî hükümleri insanlara tebliğ ederek onları hakikatle buluşturmuş, onların da kendisi gibi olgun birer mümin olmaları için gayret etmiştir. Bunu yaparken toplumda yerleşik olan haksız, hukuksuz, anlamsız ve insan onuruna yakışmayan her türlü davranışı yasaklamıştır. Bunların yerine doğruluk ve dürüstlüğü, adalet ve iyiliği hâkim kılmaya çalışmıştır. Sadece bireylerin inanç dünyasını değil toplumsal yaşantıyı da dönüştüren bu faaliyetleriyle o, tarihin tanık olduğu en başarılı lider olmuştur. Nitekim İslam âlimleri, onun Cahiliye toplumunda yetişmiş insanlardan üstün ahlaki erdemlerle donanmış ideal bir toplum oluşturmasının önemine dikkat çekmişlerdir. Başka hiçbir mucizesi olmasa dahi bu durumun onun peygamberliğini ispat etmeye yeteceği kaydedilmiştir. 
İlk Müslümanlardan Cafer b. Ebû Talib’in, Habeşistan hükümdarına Hz. Peygamber’le ilgili söylediği şu sözler onunla yaşanan toplumsal dönüşümü çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir: “Ey Hükümdar! Biz Cahiliye toplumuyduk; putlara tapar, leş yer, çirkin işler yapardık. Akraba ilişkilerine değer vermez, etrafımızdakilere kötülük ederdik. Güçlülerimiz zayıf olanlarımızı yok ederdi. İşte biz bu hâlde iken, neticede Allah bize içimizden soyunu, doğruluğunu, güvenirliğini ve iffetini iyi bildiğimiz bir resûl gönderdi. Bu peygamber bizi Allah’a, tevhid inancına ve ona ibadet etmeye davet etti. Bizim ve atalarımızın Allah’ın dışında tapmış olduğumuz taşlardan ve putlardan kurtulmamızı öğütledi. Doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akraba ile iyi ilişkiler kurmayı, komşulara iyi muamelede bulunmayı, haram yemeye ve kan dökmeye son vermeyi emretti. Aynı şekilde çirkinlikleri, yalan sözü, yetim malı yemeyi, namuslu kadına iftira etmeyi de yasakladı. Sadece tek olan Allah’a ibadet etmeyi ve O’na bir şeyi şirk koşmamamızı emretti. Namazı, zekâtı ve orucu da bize emretti… Biz onu tasdik ettik, ona iman ettik ve onun getirdiği ilahi mesaja uyduk. Artık sadece Allah’a ibadet ettik, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. Bize haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını helal kabul ettik.” (İbn Hanbel, I, 202; İbn İshâk, Sîret, 248-249)
İnanan toplumun lideri olan Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine’ye hicret ettiğinde burada çeşitli inançlara mensup kabilelerden oluşan dağınık bir yapı vardı. Toplumsal birliktelik olmadığı gibi siyasi anlamda da herkesin etrafında toplandığı biri yoktu. Böyle bir ortamda liderliği üstlenen Hz. Peygamber; etnik kökeni, kültürü ve inancı farklı olan grupları bir araya getirmiştir. Her ferdin ve grubun haklarını koruyan bir anayasa oluşturmuştur. Herkes tarafından onaylanan bu anayasayla siyasi birlik sağlanmış ve Medine’de bir site devleti kurmuştur. Böylece İslam devletinin başkanı ve cihad emriyle oluşturulan İslam ordusunun komutanı olan Hz. Peygamber dinî, siyasi ve askeri liderlik vazifelerini birlikte yürütmüştür.
Bütün bu sahalarda yetkili olan Peygamber Efendimizin uygulamaları adalet zeminine oturmaktaydı. Yönetimde istişareye açık davranır, görevlendirmede ehliyet ve liyakati esas alır, cezalandırmalarda kimseye ayrıcalık tanımazdı. Hayatın her sahasında uyulacak ilkeleri belirlemiş, bunlara herkesin aynen uymasını istemişti. Müminlere bu kurallara uymanın/uymamanın ahirette de bir karşılığı olduğunu hatırlatır, insanların hakkına girme konusunda şiddetli uyarılarda bulunurdu. 

14