Hz. Muhammed Allah’ın Kuludur
İnsanlığa gönderilen bütün peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) de Yüce Allah’ın kulu olan bir insandır. İleride yaşam öyküsüne yakından bakacağımız üzere Hz. Muhammed herkes gibi doğmuş, toplumda çeşitli roller üstlenmiş ve vakti geldiğinde hayata veda etmiştir. Hiçbir tanrısal özelliği yoktur. Bu nedenle Allah’ın (c.c.) bildirmediği hiçbir şeyi bilemez. O’nun yaratması olmadan mucize gösteremez ve O’nun izni olmadan kimseye bir faydası veya zararı dokunamaz. Kul olmanın bir gereği olarak küçük hatalar işlemesi mümkündür, fakat peygamber olarak seçildiği için büyük günahları işlemekten korunmuştur. Dolayısıyla İslam dininde insanlar arasından seçilerek peygamberlikle görevlendirilen Hz. Muhammed’in konumu, Hristiyanlıkta tanrısal niteliklere sahip olduğuna inanılan İsa’nın (a.s.) konumundan farklıdır.
Peygamber Efendimizin bir insan olması, kendi döneminde İslam vahyini kabul etmeyenlerin itiraz noktalarından birini oluşturmuştur. Daha önceki toplumların kendi peygamberlerinden bekledikleri gibi kendi toplumu da Hz. Muhammed’e inanmak için ondan birçok mucize göstermesini istemişti. Çünkü inkârcılar vahiyle gelen gerçeklerin yanı sıra onu getiren peygamberin kimliğinden de hoşnut olmamışlardı. Onlara göre seçilmiş kişinin normal insanlardan farklı özellikleri, olağanüstü güçleri olmalı ve sürekli mucizeler göstermeliydi: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça yahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe yahut altından bir evin olmadıkça ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” (İsrâ, 17/90-93) Bu tür beklentilerinin sonu gelmiyor, peygamberin kendileri gibi bir insan olmasını kabullenemiyorlardı. “Bu nasıl peygamber! Yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor. Ona bir melek indirilmeli ve kendisiyle birlikte o melek de uyarıcılık görevi yapmalı değil miydi?” (Furkân, 25/7) ayetinde belirtildiği üzere peygamber olacak kişinin gözle görünür bir ayrıcalığı olması gerektiğini düşünüyorlardı. Tüm bu eleştirilerin özünü ifade eden “Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?” sorusuna Rabbimiz şöyle cevap verdi: “Yeryüzünde yerleşip dolaşan melekler olsaydı elbette onlara da peygamber olarak gökten bir melek gönderirdik.” (İsrâ, 17/95) Bu cevap karşıt görüşlerin ve beklentilerin aksine peygamberin bir insan olması gerektiğini bildiriyordu. İnsanların, rehberliğini anlayabilmeleri, bir insanın hayatını vahyin ışığında nasıl şekillendirmesi gerektiğini görebilmeleri ve kendisini örnek alabilmeleri için peygamberin de kendileri gibi bir insan olması gayet doğal ve anlamlıydı. Allah Teâlâ, bu gerçeği peygamberinin de vurgulamasını istemiş ve ona şöyle demesini emretmişti: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.” (İsrâ, 17/93)
Hz. Peygamber’i (s.a.s.) örnek alabilmemiz için onun bizim gibi bir insan olduğunu unutmamamız gerekir. Elbette ki seçilmiş bir peygamber olan ve bir insanın kâmil olma yolunda ulaşabileceği son noktayı temsil eden Hz. Muhammed (s.a.s.) bizden çok üstündür. Fakat o da bizim gibi duyguları olan, dünya hayatında türlü imtihanlarla karşılaşan, bizimle aynı görev ve sorumlulukların yanı sıra peygamberliğin gereği olan birtakım yükümlülüklere de sahip bir beşerdir. Bu yüzden her hâliyle bizlere örnek ve yol göstericidir. Bir insan olduğu gerçeğini göz ardı ettiğimizde onu kendimizden uzaklaştırmış olur ve örnek alamayız. Yine bu gerçeği görmediğimizde ona duyduğumuz derin hayranlık, sevgi ve hürmet hislerinin bizleri doğru yoldan saptırması mümkündür. Yürekten sevdiğimiz, can-ı gönülden inandığımız peygamberimizi yüceltmede makul sınırları aşarsak önceki ümmetlerin düştüğü hataya düşebilir, onu olduğundan farklı bir konuma yerleştirme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Söz gelimi onu bir melek veya “tanrının oğlu” gibi tanrıyla organik bağı bulunan bir varlık olarak değerlendirebiliriz ki bu anlayışlar tevhid inancına aykırıdır. Bu konuda oldukça hassas davranan Hz. Peygamber (s.a.s.), henüz hayattayken kendisini övmede, yüceltmede aşırıya gidenleri şöyle uyarmıştır: “Hristiyanların Meryem oğlunu (İsa’yı) övmekte aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırılık göstermeyin. Şüphesiz ki ben Allah’ın kuluyum. Onun için bana ‘Allah’ın kulu ve resûlü’ deyin.” (Buhârî, Enbiyâ, 48)
4