Hz. Muhammed Allah’ın Resûlüdür
Peygamber Efendimizi aşırı yücelterek insanüstü bir varlık seviyesinde görmek ne kadar yanlışsa onu sıradan bir insan gibi görüp kıymetsizleştirmek de o kadar yanlıştır. Aşırı uçları temsil eden bu tür tutumlar dinin özünü bozan sapkın eğilimlerdir. Bir insan olarak yaratılmış olsa da Hz. Muhammed (s.a.s.), sıradan bir birey değil, “Allah tarafından seçilmiş bir elçi”dir. “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilahınızın yalnızca bir tek ilah olduğu vahyediliyor…” (Fussilet, 41/6) ayetinde vurgulandığı üzere onu diğer insanlardan ayıran en önemli özellik, Yüce Allah’tan vahiy alan bir peygamber olmasıdır.
Rabbimizin görevlendirdiği diğer peygamberler gibi Peygamber Efendimiz de doğru, dürüst, güvenilir, akıllı, zeki, anlayışlı ve günah işlemekten korunmuştur. Daha peygamber olmadan önce halk arasında “Muhammedü’l-Emîn” yani “Güvenilir Muhammed” diye tanınmış, hayatı boyunca da üstün ahlaki sıfatlarıyla dikkat çekmiştir. Şaka yollu konuştuğunda bile doğru olmayan bir sözü asla söylememiş, günahlardan uzak durmuştur. İnsan olmaktan kaynaklanan küçük hataları olmuşsa da bunlar Yüce Allah’ın müdahalesiyle hemen düzeltilmiştir. Allah Teâlâ’dan aldığı vahyi eksiksiz olarak insanlara aktarmış ve getirdiği ilahi emirleri ilk önce ve en güzel şekilde hayata geçiren kişi olmuştur.
İnsanlar arasında seçkin vasıflara sahip olduğu gibi peygamberler arasında da Hz. Muhammed (s.a.s.) ayrıcalıklı bir konumdadır. “Ulü’l-azm” denilen yüksek dereceli peygamberlerden biri olan Resûlullah’a maddi ve manevi birçok nimet verilmiştir. O, kendisinden önceki peygamberlerin örnekliğini görmüş ve son gönderilen elçi olarak peygamberliğin zirvesini temsil etmiştir. Onun getirdiği din ve bu dinin kitabı olan Kur’an-ı Kerim bütün insanlığa gönderilmiştir ve kıyamete kadar geçerliliğini koruyacaktır. Bu durumun bir sonucu olarak da o, çok geniş bir muhatap kitlesine ve her milletten inananı olma ayrıcalığına sahiptir. Bütün bu özelliklerinden dolayı Hz. Muhammed, peygamberlerin en üstünüdür. Bunun da ötesinde yaratılmışların en üstünü ve en şereflisi olduğu hâlde kendisini övmekten kaçınmış, ümmetini de peygamberler arasında üstünlük tartışmasına girmekten menetmiştir. (Buhârî, Enbiyâ, 24, 35; Müslim, Fezâil, 160-163)
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.” (Ahzâb, 33/56) sözleriyle Yüce Allah (c.c.), Peygamberimizin (s.a.s.) kendi katındaki değerini ifade etmiştir. “Âlemlere rahmet” olarak (Enbiyâ, 21/107) gönderdiği bu kıymetli elçiye iman edeceklerine dair diğer peygamberlerden de söz aldığını bildirmiştir. (Âl-i İmrân, 3/81) Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde görüleceği üzere peygamberlik görevini yerine getirirken karşılaştığı zorluklarda desteğini eksik etmemiş, üzüldüğü zamanlarda onu teselli etmiş ve kendisine her daim güven vermiştir. (Ahzâb, 33/9-11; Yâsin, 36/76 vd.) Yüce Allah’ın Peygamber Efendimize lütfettiği başka ayrıcalıklar da vardır. Önceki toplumlar, çoğunlukla iman etmedikleri için helak edildiği hâlde Hz. Muhammed’e, kendisi aralarında bulunduğu sürece toplumunun azaba uğratılmayacağı bildirilmiştir. (Enfâl, 8/33) Kendisini yüceltici ifadeler kullanılmış, İsra ve Mi’rac mucizesinin yanında ona birçok iyilik ve güzelliğin verildiği zikredilmiştir. (İsrâ, 17/1; Necm, 53/3-18; Kevser, 108/1) Maddi ve manevi nimetlerle donatılan bu kıymetli peygamber, kıyamet gününde de “makâm-ı mahmûd” adı verilen yüksek bir manevi konumda olacaktır. (İsrâ, 17/78-79) Allah Teâlâ’nın kendisine özel olarak sunduğu bütün bu güzellikler, O’nun katındaki kıymetine işaret eder ki bu sebeple Resûlullah, “Habîbullah” yani Allah’ın sevgilisi, O’nun en sevgili kulu olarak anılır.
Hz. Muhammed’in (s.a.s.) Yüce Allah tarafından seçilen, üstün sıfatlara sahip bir peygamber olduğunu iyi anlamadığımız takdirde onu sıradan bir insan gibi görme yanlışına düşeriz. Bu durum zaman içerisinde onu değersizleştirmeye ve nihayetinde de getirdiği vahye karşı duyarsızlaşmaya neden olur. Önceki toplumların, özellikle de Yahudilerin peygamberlerine ahlaksız sıfatları, uygunsuz davranışları ve büyük günahları yakıştırmaları, onlara saygısızlık yapmaları ve hatta onları öldürmeleri bu tür bir anlayışın sonucudur. Yahudilerin peygamberleri yok sayması neticesinde dinî inanç ve hükümler de önemini kaybetmiş, kutsal metinler istenildiği zaman değiştirilip yeniden düzenlenebilecek sıradan metinlere dönüşmüş ve böylece ilahi din tahrif edilmiştir.
5