Hz. Muhammed’in Peygamberliği
Her ne kadar, insan aklıyla Yüce Yaratıcı’yı bilme ve O’na inanma yetisine sahip olsa da O’nun nasıl bir ilah olduğunu ve buyruklarının neler olduğunu ancak gönderdiği peygamberler aracılığıyla öğrenebilir. Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) görevi de diğer peygamberler gibi insanları tek olan Allah’a inanmaya çağırmak, O’nun bildirdiği hakikatleri, emir ve yasakları bildirmek ve yanlışa düşmemeleri için uyarmaktır. “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45) ayetinde belirtildiği üzere Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkın ve vahyin şahidi, ilahi güzellikleri müjdeleyip Rabbin cezalandırmasına karşı uyaran ve O’nun yoluna çağıran bir elçidir.
610 yılında ilk vahyin gelmesiyle başlayan peygamberlik süreci, yirmi üç yıl devam etmiş, Hz. Muhammed’e gelen Kur’an ayetleri toplu bir kitap hâlinde değil parça parça bölümler hâlinde vahyedilmiştir. Bu süreçte Peygamberimiz kendisine gelen her Kur’an vahyini insanlara olduğu gibi aktarmıştır. Bu konuda oldukça hassas davranmış, hatta başlangıçta unutmaktan duyduğu endişeyle daha vahiy tamamlanmadan tekrar etmeye başlamıştır. Yüce Allah “Ey Muhammed! Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir. O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.” (Kıyâmet, 75/16-18) ayetiyle kendisine bu konuda teminat verince rahatlamış, vahyin kendisine odaklanmıştır. Böylece aldığı her vahyi önce hafızasına kaydetmiş, daha sonra inananlara okuyarak tebliğ etmiş ve vahiy kâtiplerine yazdırmıştır. Peygamberimiz vahye asla müdahalede bulunmamış, herhangi bir eksiltme veya ekleme yapmamıştır. Esasında son ilahi kitap olan Kur’an’ı kendi koruması altına aldığını bildiren Yüce Allah, böyle bir müdahaleye kesinlikle izin vermeyeceğini de beyan etmiştir. (Hâkka, 69/44-47)
Allah Resûlü, gelen vahyi inananlara sadece bildirmekle kalmamış, aynı zamanda ayetlerin manalarını da açıklamıştır. Zira Kur’an-ı Kerim evrensel bir kitap olduğu için dinin temel esaslarını oldukça özlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Emir ve yasakların hikmetleri, ilahi hükümlerin nasıl uygulanacağı, yaşantının bu çerçevede nasıl şekilleneceği gibi ayrıntıların tamamı bu dinin peygamberi olan Hz. Muhammed tarafından izah edilmiştir. Örneğin temel ibadetlerimiz Kur’an’da zikredilmiş, bunların inanan kişi için vazgeçilmez olduğu vurgulanmış ancak hangi ibadetin ne zaman ve ne şekilde yapılacağına dair ayrıntılar Hz. Peygamber’in (s.a.s.) öğretmesiyle öğrenilmiştir. Yine Kur’an’ın üslubu gereği genel ifadelerle bildirilen bazı hükümler aslında daha sınırlı bir grubu ilgilendirmekte, genel ifadelerle bildirilen bazı hükümlerin gerçekleştirilebilmesi de birtakım şekil ve şartlara bağlı olabilmektedir. Kur’an’ın Kerim’in özlü bir şekilde genel sözcüklerle bildirdiği bu gibi hükümlerin ayrıntılarını da Peygamber Efendimiz açıklamış, ayrıca Kur’an’da hükmü belirtilmeyen bazı meselelere dair de hükümler koymuştur.
Peygamberlikle ilgili bu hususları topluca ifade etmek gerekirse, Hz. Muhammed (s.a.s.) peygamberliği süresince Kur’an vahyini insanlara okumuş (tilavet), ilahi hükümlerin tamamını insanlara bildirmiş (tebliğ) ve her birini açıklamıştır (tebyin-tefsir). Genel gibi görünen bazı hükümlerin belirli kişiler için geçerli olduğunu (tahsis) bazılarının da zaman, mekân gibi şartlar dâhilinde uygulanacağını bildirmiş (takyid); Kur’an’da hükmü belirtilmeyen bazı konularda kurallar koymuştur. Dinin yaşantıya nasıl geçirileceğini öğretmiş (talim) ve neticede tertemiz ve nezih bir toplum oluşturmuştur (tezkiye). Dolayısıyla o, bir postacı gibi bizlere sadece ilahi hükümleri getirmekle yükümlü biri olmaktan çok ötedir. Peygamber olarak tüm bu görevleri yerine getiren ve daha önemlisi vahyin yaşantıya nasıl geçirileceğini de bizzat uygulayarak gösteren örnek bir mümindir. (Ahzâb, 33/21) Bu bakımdan İslam’ın doğru anlaşılabilmesi ve yaşanabilmesi, ancak onun bu konudaki söz, fiil ve uygulamalarını yani Sünneti’ni bilmekle mümkündür.
7