İnsan âlemin göz bebeğidir

Yüce Allah’ın yarattığı en değerli varlık olan insanın üstünlüğü, Allah’ın isim ve sıfatlarının en güzel şekilde kendisinde tecelli etmesinden kaynaklanır. Cenâb-ı Hak insana kendi ruhundan üflemiştir. O’nun zatını sonsuz ve sınırsız şekilde niteleyen sıfatlar, insanda cüzi/sınırlı şekilde vardır. Mesela Allah Teâlâ’nın ilmi sonsuzdur; zaman ve mekân sınırı olmaksızın küçük büyük, gizli aşikâr her şeyi ve her hadiseyi hakkıyla bilendir. İlmiyle her şeyi kuşatandır. (Tâhâ, 20/98) İnsan da kendi varlığınca bilir ancak onun bilgisi sınırlıdır. Bu sınırlı bilgisiyle dahi insan, yaratılmışlar içerisinde Yüce Allah’ın sonsuz kudretini ve mükemmel sanatını idrak edebilecek yegâne varlıktır . 
Allah Teâlâ tarafından insana verilen bu değer aynı zamanda ona sorumluluk da yükler. İnsan bir taraftan yeryüzünü imar ve ihya etme sorumluluğuna sahipken diğer taraftan kendisinde bulunan insanlık cevherini kemal noktasına taşıma gayreti içerisinde olmalıdır. Nasıl ki Cenâb-ı Hak kâinatı insan için yaratıp onun emrine vermişse insanı da kendi varlığına tanıklık etmesi için yaratmıştır. (Âl-i İmrân, 3/18) İnsan kendi kıymetini ve kâinattaki yerini bilirse bu, onu Rabbini bilmeye ve tanımaya götürür. Kendini bilen Rabbini bilir  sözü bu hakikatin ifadesidir.
Sufiler insanı kâinatın göz bebeği ve âlemin özü olarak tarif ederler. İnsan âlemlerin suretlerini şahsında toplayarak zıtları kendisinde birleştiren, bir nevi âlemi içerisinde barındıran özelliklere sahiptir. Âlemde ne varsa insanda öz ve numune olarak vardır. İmam Gazzali insanı bir ülkeye benzetir ve onun her bir azasını bu ülkenin bir unsuru olarak zikreder. Kalp beden ülkesinin sultanı, akıl veziri, diğer azalar da askerleridir. 
Rabbimizin en güzel şekilde yarattığı insan, sevgi ve saygı gösterilmeye layık bir varlıktır. Allah Teâlâ’nın mükerrem kıldığı insana hürmet göstermek, onu yaradana hürmet anlamına gelir. Yunus Emre’nin ifadesiyle yaratılanı yaratandan ötürü sevmek gerekir. Allah Teâlâ tüm insanları aynı özden aynı ana babadan yaratmış ve her birine kıymet vermiştir. Rabbimiz, yeryüzünde imtihan gereği bir süre kalacak olan insanlara inanan inanmayan, iyi kötü, itaatkâr, isyankâr şeklinde bir ayrımda bulunmadan nimetlerini bahşeder. Bu, O’nun sonsuz rahmetinin bir tecellisidir. Bizden de insana saygı ve sevgi göstermemizi ve insanı Allah’ın yarattığı bir kul olarak görüp değer vermemizi istemiştir.
İnsanı değerli kılan bir diğer özelliği ise kalbidir. Cenâb-ı Hakk’ın muhabbet ve marifetine ayna olan kalp, nazargâh-ı ilahi olarak nitelendirilmiştir. İnsanın kalbi ilahi tecelliye mazhar olan bir makam olduğundan mukaddestir. Bu sebeple hiçbir insanı incitmemek, kırmamak esastır. İrfan ehli “incinsen de incitme” ahlakını benimsemiş ve bir insanın kalbini kırmayı Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük bir günah olarak görmüşlerdir.
Allah Teâlâ’nın kalbe nazar eylemesi için kalbin temizlenip arındırılması gerekir. Hz. Peygamber de insanın selametini kalbin selim olmasına bağlarken (Buhârî, Îmân, 39) bu hakikate işaret etmiştir. Kalbin arındırılıp saflaştırılması için öncelikle kişinin hatalarını ve günahlarını görerek, pişmanlıkla tövbe etmesi gerekir. Sonra nefsine bakarak ondaki kötülükleri fark etmeli ve her türlü kötü ahlakı terk etmek üzere nefsiyle mücadele içine girmelidir. Öfke, hırs, haset, kin, nefret gibi kötü huyları güzelliklere çevirme gayretinde olmalıdır. Nefis terbiyesi denilen bu mücadele sonucunda kalp arınır. Böylece kötülüğü emreden nefis, (Yûsuf, 12/53) Rabbinin ilhamlarını almaya ehil hâle gelir. (Şems, 91/7-9) Nefis terbiyesinde çeşitli basamaklardan geçen insan sonunda Rabbinin rızasını kazanarak huzura erer. (Fecr, 89/27-30) Cenâb-ı Hak ancak masivadan yani kendisi dışındaki her şeyden arınmış ve saflaşmış böylesi kalbe iltifat eder. 

3