İnsan Niçin Yaratıldı?
Rabbimiz insanı, her yönüyle en güzel hâl üzere yarattı. Diğer varlıklardan farklı özelliklerle donatılan insanın emrine her şey amade kılındı. Elbette bu kadar özel bir yaratılışla hayat bulan insanın niçin yaratıldığı sorusu çok anlamlı ve önemlidir. Bu, her insanın kendisine sorması gereken temel sorulardan biridir. İnsan bu sorgulamayı yaparsa yani yaratılış gayesi üzerine düşünürse Cenâb-ı Hak onu hakikate götürecek yollarını da gösterecektir. (Şuarâ, 26/78) Yüce Allah insanı hem kendisi hem de kâinatın yaratılışı hakkında düşünmeye davet eder ve hiçbir şeyin boş yere yaratılmadığına dikkat çeker. (Âl-i İmrân, 3/191) İnsan Allah’ın sonsuz ve muhteşem yaratma sanatının eserleri olan kâinata ve kendisine ibret alarak baktığında yaratılan her şeyin bir amaca hizmet etmek üzere yaratıldığını idrak edebilir. Zira nasıl kâinat tesadüf eseri ortaya çıkmadıysa insanın da yaratılışının ve yeryüzüne gönderilişinin bir gayesi vardır. İnsanın bu sorular üzerinde düşünmesi, onun hayat serüvenini çok daha anlamlı ve değerli kılar. Hayat boyu sürecek bu sorgulamalar bizim istikamet üzerine olmamızı sağlar. Yoksa insan hayatın sıkıntıları ve zorlukları karşısında savrulup gitme tehlikesi ile karşı karşıya kalır.
İnsanı yaratan Yüce Rabbimiz, her insanın zihnindeki bu soruya: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) buyurarak cevap veriyor. İnsanın yaratılış hikmeti en başta yaratanını tanımak ve sonra O’na kulluk etmektir. Bu büyük hakikatin farkında olmak insan olmamızın ve neden var olduğumuzun da gayesini bilmek anlamına geliyor.
Yüce Allah insana kendisine kulluk etme sorumluluğu yüklüyor. Bazılarımız sorumluluğumuzun farkında olarak kulluğumuzu yerine getirmeye çalışırız. Bazılarımız ise bu sorumluluğunu unutarak hayatını geçirir. İnsan farkında olsa da olmasa da sorumlu bir varlıktır. Bu hakikatin farkına varması da ancak kendisini yaratanı tanımakla mümkün olur. Yüce Allah’ın “bana kulluk etsinler” emrinden maksat “beni tanısınlar” olarak anlaşılabilir. Bu durumda insanın kendisini ve tüm kâinatı yaratan Rabbini bilmesi aynı zamanda kendi yaratılış gayesini de bilmesi anlamına geliyor. Tersinden düşünürsek de “Kendini bilen Rabbini bilir.” sözüyle ifade edilen hakikatin bir başka boyutu anlaşılmış olur. Niçin yaratıldığımız ve yeryüzüne neden gönderildiğimiz sorularını soralım kendimize. Bu sorular bizi yaratıcımıza götürür kuşkusuz. Bizi yaratan elbette kendini bize tanıtmak için pek çok işaret ve delil de göndermiştir beraberinde. Yüce Yaratıcı’nın yaratılmışların en üstünü kıldığı insanı cevapsız bırakması düşünülemez. Sadece bu konuda bize verilen akıl ve düşünceyi kullanmamız gerekiyor. Hem kendi içimizde hem de tüm kâinatta onun bize gönderdiği milyonlarca işaret bizim onları keşfetmemizi bekliyor. (Fussilet, 41/53)
Hepimiz dünya yolculuğumuzda kendi gerçekliğimizi ve içinde yaşadığımız kâinatla neden var edildiğimizi sorgularız. Bu sorgulamayı yapan insanlardan biri de Hz. İbrahim’dir. Onun Rabbini tanımak için yaptığı sorgulama bizlere de yol gösterebilir. İbrahim Peygamber henüz gençken dünyada süregiden ahenkli işleyişi fark etmişti. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere Yüce Allah tüm kâinatta kendisini bize tanıtan işaretler yaratmıştır. Pek çok ayette dikkatimizi bunlara çeker: “Üstlerinde kanatlarını aça kapaya uçan kuşları hiç görmediler mi? (Mülk, 67/19) “Peki insanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı?” (Ğaşiye, 88/17-20)
Bakmasını bilenler için kâinatta her an Allah’ın varlığına ve sonsuz kudretine işaret eden nice deliller vardır. Kur’an bizi bunlar üzerinde düşünmeye davet eder: “Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanlara fayda veren yüklerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökten indirerek onunla ölü hâldeki toprağa can verdiği ve orada her çeşit canlının yetişmesini sağladığı yağmurda, rüzgârları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirip yönlendirmesinde aklını işleten bir topluluk için elbette nice deliller vardır.” (Bakara, 2/164)
Hz. İbrahim’in hikâyesi, insanın kendisini ve kâinatı gözlemleyip sorgulayarak Rabbini bulmasına güzel bir örnektir. Nitekim o, güneşin ve ayın doğuşunu, batışını ve kâinatta işleyen mükemmel düzeni fark ederek bu muhteşem kâinatın bir yaratıcısı olduğu sonucuna varır. Kendisini ve tüm varlıkları yaratan güç ve kudret sahibi bir varlığı yani Allah Teâlâ’yı tanır. Sorgulamaları sonucu ulaştığı bu büyük hakikat sonrasında tüm hayatı değişir. Bir put yapıcısı olan babasına ve putperest olan kavmine karşı güçlü bir duruş sergiler.
İbrahim Peygamber, Allah’ın kâinattaki ayetlerini okumasıyla Allah’ı tanıyıp bilmiş ve büyük bir iman ve inanca sahip olmuştur. Bu imanın bir neticesi olarak “Halilullah” yani Allah’ın dostu olma payesine layık olmuştur. Hz. İbrahim, Yüce Allah tarafından pek çok kere imtihan edilmiş ve Rabbi ona “teslim ol” dediğinde, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” (Bakara, 2/21) demek suretiyle tereddüt etmeden itaat etmiştir.
Rabbimiz kendisini tanıyıp kulluk etmemiz için bizi kâinatla ve aklımızla baş başa bırakmamıştır. “İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (Kıyâme, 75/36) buyuran Rabbimiz kitaplar ve peygamberler göndermek suretiyle insana yol göstermiştir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, her topluma uyarıcı olarak peygamber gönderdiğini bildirmektedir. (Fatır, 35/24) Yani Rabbimiz insanı yeryüzüne gönderirken akıl, irade ve düşünme kabiliyetlerinin yanı sıra kulluk etmeleri için peygamberler de göndermiştir. İlk insan olan Hz. Âdem aynı zamanda ilk peygamberdir. Ondan sonra da gelen insan topluluklarına bu dünyadaki yolculuklarında rehberlik edecek ve onlara dosdoğru yolu gösterecek peygamberler gelmeye devam etmiştir. Peygamberlere, doğru ve yanlışı, hak ve batılı birbirinden ayıracak bilgilerin yer aldığı kitaplar da verilmiştir.
Rabbimizin insanoğluna bahşetmiş olduğu tüm bu imkân ve nimetler O’nu tanımamız içindir. O, esasında insanı kendisini sevmesi için yaratmıştır. Hz. İbrahim’in hakikati arama yolculuğunda geçen bir ifade bu gerçeğe ışık tutar. O, gecenin karanlığı yeryüzünü örtünce parlayan bir yıldız gördü ve ondan etkilendi. Bunun Rabbi olabileceğini düşündü. Ancak yıldız kaybolunca “Ben batıp gidenleri sevmem.” dedi. (En’âm, 6/76) İnsana en üstün değeri veren Rabbinin ondan beklediği bilinmek ve sevilmektir.
Mevlana Allah’a imanın Allah’ı sevmek anlamına geldiğini ifade eder. İmanın ilk şartı Allah’ı kalple tasdik etmektir. Dolayısıyla kalbin ve gönlün imanla ilişkisi çok açıktır. Ona göre kalp Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelli ettiği yerdir. Muhabbet ve marifet kalpte gerçekleşir. İnsanın Allah’ı bilmesi yani marifetin neticesi muhabbettir hatta bu ikisi birlikte bulunurlar. Allah’a duyduğumuz sevgi bizi O’na kulluk/ibadet etmeye götürür.
İnsan, yaratıcısına sevgi ile yaklaştığında O, daha fazlasıyla karşılıkta bulunacağını bildirmiştir. Sahih bir hadiste Yüce Allah kulun farz ibadetlerle kendisine yaklaştığını ve nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam ettiğini buyurur. Öyle ki en sonunda o, Allah’ın sevgisine erer. Artık Rabbinin himayesi ve koruması altında bulunan kul, huzur ve rahata kavuşmuştur. (Buhârî, Rikâk, 38)
14