İnsan ve Din

Din…
Daha doğarken baş ucunda bekler insanı. Hayatın olmazsa olmazlarından, vazgeçilmezlerinden. İnsan varlığını ayakta tutar, ona anlam yükler. Varlığa, var olmaya, varoluşa değer katar. Daha derin bir hayatın şifrelerini bağrında saklar. Bugüne kadar milyonlarca esere, kitaba, sayısız ders, sohbet ve toplantıya konu olmuştur. Hakikatin peşine düşmenin, onunla bağ kurmanın değişmezi olmuştur. Adına sayısız kurum, okul, enstitü, üniversite inşa edilmiş, sayısız araştırma ve projenin konusu olmuştur.  
Din…
Medeniyetlerin somut görünümleri olan hukuk, sanat, düzen, yaşam biçimi, aile ve şehir hayatı gibi temel unsurlarını biçimlendirmiş, hayat vermiş ve beslemiş. Varlığa ve anlamına dair en temel ve genel sorulara bir metafizik çerçeve, bir tasavvur, bir dünya görüşü sunmuş. “Dünya görüşü” denen şey, varlık karşısında oluşturulan, takınılan tavırdır. Sadece varlığın açıklanması ile sınırlı değildir. Bir dünya görüşü, aynı zamanda varlığa karşı sergilenmesi gereken tavrın nasıl olacağına dair bir yol haritası anlamı taşır. Bu tavır, hayatın sosyal, siyasi, hukuki, ahlaki ve ekonomik boyutlarına da yansır. Dahası, insanın duygu ve davranış dünyasına, metafizik anlayışına da yol bulur. Dolayısıyla kapsam ve içerik bakımından olağanüstü geniştir. (Kalın 2020: 128-29)   
Din…
İnsana değer verip onu aklını kullanan, düşünen, düşünce ve bilim üreten, medeniyet kuran bir varlık kabul edendir. Onu diğer varlıklar arasında üstün bir konuma yerleştirip onurlandırandır. Ruhi varlığı ve “esrarengiz bir kudret hazinesi” olan bilinci/şuuru ile fevkalade değerli bir canlı organizma olduğunu ona daima hissettirendir. Onu evren denizinde hakikate yelken açmış bir yolcu görüp el üstünde tutandır. Ona değersiz bir saman çöpü mesabesinde olmadığını sürekli hatırlatandır. (Başgil 2017: 26-27) Her türlü potansiyele sahip olduğunu, isterse kanatlanıp iyilik, güzellik ve erdemlerde meleklerle yarışabileceğini, isterse ruhunu kötülüklerin karanlığına hapsedip düşebileceğini de söyler ona. (Ökten & Sayar 2021: 125) Kendisine bahşedilen yüce değere yaraşır biçimde kalbini Allah sevgisiyle doldurmasını, Allah’ın kullarını sevmesini, bütün yaratıklarına ve evrene, tabiata merhamet ve şefkatle bakmasını ister ondan. 
Din…
Kimine göre de üzerinde kafa yormanın, düşünmenin, ciddiye almanın gereksiz olduğu bir kavramdır. Bu kimseler için din hayatın lüzumsuzları arasındadır. Onlara göre, dinden çok daha önemli şeyler vardır. Ne ki bu kişiler, kulaktan dolma değersiz ezber bilgilerinden ibaret görseler de dini bir türlü hafızalarından silip atamazlar. Onların gözünde din, eskimiş, hükmü kalkmış ve kurumuş bir gelenek ve bir alışkanlıklar toplamıdır. Dini anlamaya çalışmaktan, ona tarafsız, ön yargısız yaklaşmaktan özenle hatta inatla kaçarlar. Onlara göre din, anlaşılmayı hak edecek değerden yoksundur; dolayısıyla onu anlamaya çalışmak boştur, yararsızdır, zaman harcamaktır. (Guénon 2019: 124, 155)
Din…
Menfaat, çıkar, rüşvet, kazanç, istismar amaçlı kullanıldığında, baskı, dayatma ve zorbalığa alet edildiğinde nice yıkımların, nice kanlı savaşların da sebebi olmuş. Ruhunu şeytana satmış din simsarlarının elinde niceleri canından, malından ve yurdundan olmuş. Niceleri özgürlüğünü kaybetmiş, zindanlarda çürümüş. Nicelerinin hayatı giyotinle veya palayla son bulmuş. Azgın simsarların elinde kiminin akıbeti yağlı bir sicimle asılmak ya da kızgın, kor ateşe atılmak olmuş. Örnek mi istiyorsunuz? Roma Kilisesi’nde işlenen günahlara, itiraf edildiği takdirde, bir kefaret kabul edilen “endüljans” uygulaması papaların elinde bir ticari kazanca dönüşür. Papa adına günah çıkarma uygulaması adı altında halka parayla, rüşvetle cennete gidiş için af belgesi satılır. Kim daha iyi para verirse, cennette daha iyi yeri garantiler. Aynı şekilde “engizisyon” uygulaması ile insanlar siyasi ve dinî görüşleri yüzünden yargılanır, hapse atılır ve türlü işkencelere tabi tutulur. Katolik Hristiyan dinine mensup olmayanlara karşı başlatılan ve hedefinde özellikle de Yahudilerin ve Müslümanların bulunduğu engizisyonun başlangıcı on ikinci yüzyıla kadar gider. İnsanın izzet ve haysiyetini ayaklar altına alan korkunç ceza yöntemleriyle ün ve dehşet salan engizisyonun en kötü örneği İspanyol engizisyonu olur. On beşinci asrın sonlarına doğru İspanya kralı ve kraliçesi tarafından başlatılan bu engizisyonda, İspanyol Katolik Kilisesi’nde yozlaşmaya sebep oldukları gerekçesiyle sapkın (heretik) muamelesi gören yaklaşık 200 bin kişi çeşitli işkenceler yüzünden hayatını kaybeder. (www.history.com/topics/religion/inquisition) 
Yine Kilise, “cadı avı” adı altında şeytanla işbirliği yaptığına ikna olduğu kimseleri diri diri yakmıştır. Bu olaylarda ezici çoğunluğu kadınlar olmak üzere on binlerce kişi özellikle de yakılma cezasıyla öldürülür. Luther’in, Roma Katolik Kilisesi’ne bir başkaldırı hareketi olan Reform (1517) hadisesi ile kanlı bir Katolik-Protestan kavgası patlak verir. Tarihe “Din Savaşları” olarak geçen bu amansız çekişme kesintisiz 30 yıl sürdüğü için “30 Yıl Savaşları” (1618-48) olarak da anılır. Kimi tarihçilerin para, güç, imtiyaz, toprak kavgası olarak da adlandırdığı bu savaşlarda ölen insan sayısı farklı kaynaklara göre 4,5 ile 8 milyon arasında değişmektedir. 
Benzer şekilde, İslam dünyasında da din, kötülerin, radikal grupların, terör örgütlerinin elinde siyasi ve ekonomik bir çıkar, bir baskı ve istismar aracı olarak kullanıldığında büyük yıkımlar, insan kayıpları ve toplu göçler meydana gelmiştir. Bütün bunlar, dinin özellikle güç ve iktidarı ele geçirmenin bir aracı olarak kullanıldığında insanlığa çıkan faturanın ağır ve yıkıcı boyutlarını açıkça gösteren inkâr götürmez tarihî örneklerdir.
Din…
Sanattan siyasete, eğitimden hukuka, ahlaktan estetiğe, bilimden spora insanın tüm düşünce ve faaliyet alanlarına şu veya bu şekilde, az veya çok iz bırakmış, etki etmiş. İlham, fikir, hareket ve eylem kaynağı olmuş; duygu, eylem ve davranışlara rengini vermiş, rehberlik yapmış. Zorluk, darlık ve musibet anlarında yardım ve morale ihtiyaç duyanlara güç, destek ve dayanak olmuş. İzin veren veya yasaklayan kural, ilke ve normlarıyla toplumların hayatına biçim ve yön vermiş. Kültüre, geleneğe, örf ve âdetlere şekil verirken onlarla birlikte de şekillenmiş. Medeniyetlerin taşıyıcı sacayaklarından biri olmuş. İlah ya da ilahlar, kutsal kitap ya da metinler, inanç esasları, ahlak ve davranış kalıpları onun örgüsünü oluşturmuş.
Din…
Korku ve endişeleri yenmede; belirsizlikleri gidermede; umut ve hayalleri tazelemede hayati rol üstlenmiş. Darda kalan, derde düşen, yolunu kaybeden için tutunacak bir dal olmuş, gölgesine sığınacağı bir şemsiye olmuş. Maneviliğin dünyası olarak insana ve topluma görünmez bir kalkan olmuş. Dik kafalı, hırçın, nankör vicdanların ıslahında önemli görev üstlenmiş. Ruhun daralıp bunaldığı, kalbin burkulup sıkıştığı, gönlün ferahlık arayışına çıktığı anlarda en büyük teselli kaynağı olmuş. Bunalan, huzursuz ruhlara gıda olmuş, şifa sunmuş, onları mana ile buluşturmuş. Her toplum, kültür ve medeniyetin en temel, en güçlü, en dinamik, en canlı, en görünür ve en etkili unsurlarından biri olmuş. İnsanlığın toplu hikâyesinin yazılmasında hep başrolde olmuş. 

4