İnsanın İradesi
Kur’an bütünlüğü açısından bakıldığında Allah’ın insanı özgür bir varlık olarak yarattığı ve özgürce işlediği fiillerden de sorumlu tuttuğu açıkça görülmektedir. Allah özgür irade ile yarattığı insana emaneti yüklemiş, ona peygamber ve kitap göndermek suretiyle teklîfte bulunmuş, ancak inanmak ile inkâr etmek arasında onu serbest bırakmıştır: “Biz ona doğru yolu gösterdik, dilerse şükreder dilerse nankörlerden olur.” (İnsân, 76/3)“De ki: Hak rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 18/29) “Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederdi, öyleyken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (Yûnus, 10/99)
Allah dileseydi insanı da diğer varlıklar gibi iradesiz, özgürlüğü olmayan, iyiyi ve kötüyü işlemeye mecbur bir varlık olarak yaratabilirdi. Bu durumda insanlar da tıpkı diğer varlıklar ve melekler gibi, Allah’ın tüm emirlerini yapan, mutlak iyilik üzere, tercih edemeyen iradesiz varlıklar olurdu. Oysa Allah insanı, melek gibi iradesiz değil, özgür iradesiyle iyiliği seçen ve seçimleriyle meleklerin derecesinin üstüne çıkabilen bir varlık olarak yaratmıştır. İnsanın irade sahibi özgür bir varlık olarak yaratılması -bu özgürlüğü iyilikten yana kullanması durumunda- onu diğer varlıklardan ve canlılardan üstün kılan bir özelliktir.
Allah’ın insanları hidayet ve sapıklığa iletmesi bir takdir ve tayin olmayıp, insanın fiillerine bağlı bir durumdur. Bir bakıma dua eyleminde olduğu gibi (Mü’min, 40/60) burada da Allah’ın iradesi ile kulun iradesi arasında diyalektik bir ilişki bulunmaktadır. Çünkü “Allah günahta ısrar edenlerden başkasını saptırmaz.” (Bakara, 2/26) “O, iman eden ve salih amel işleyenleri ise, imanları sebebiyle hidayete erdirir.” (Yûnus, 10/9) Allah, kitap ve peygamber göndermek suretiyle insanlığa doğru yolu göstermiş ve onları hidayet yoluna sevk etmek istemiştir. Ancak nihai karar insana aittir. Dilerse bu yolu seçer, dilerse aksi yolda gider. “Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara asla zulmedici değildir.” (Fussilet, 41/46)
9