Kadercilik (Cebriyye) Nedir?

Kadercilik (yazgıcılık/fatalism); insanın davranışları üzerinde hiçbir etkisi olmadığına, bir nevi rüzgârın önündeki yaprak gibi kaderi nereye götürüyorsa oraya savrulduğuna, Allah’ın kendisi için takdir ettiği fiilleri, bir senaryoda rol alan oyuncu gibi zorunlu olarak yaptığına, bunlara müdahale etme ve bunları değiştirme şansı olmadığına inanmaktır. Bu tarz bir yaklaşım, tabiatta her şeyin zorunlu ve mutlak bir nedensellik ilişkisi içerisinde var olduğunu savunan ve dolayısıyla insanın özgürlük alanını da yok eden materyalist felsefi eğilimlerle benzerlik göstermektedir. Kadercilikte her şey Allah tarafından belirlendiği; materyalizmde de maddeci-mekanik bir evren anlayışı savunulduğu ve insan da bu yapının bir parçası kabul edildiği için insana özgürlük tanınmamaktadır. Halk arasında kadercilik, “olacağa çare bulunmaz, Allah’ın hükmüne karşı durulmaz, yazımız böyle imiş” gibi ifadelerle dile getirilir. Söz gelimi tedbirsizlikten kaynaklanmış olsa bile kaza geçiren bir kimseye bu cümlelerle teselli verilir. 
Önlem almak, çalışmak ve bu konuda çaba sarf etmek yerine, mevcut duruma rıza göstermek, sorgulamamak ve bu tutumu kader üzerinden temellendirmek günümüz toplumlarının yaygın kader anlayışlarından biridir. Çünkü kendi kusuru sebebiyle ortaya çıkan olumsuz sonuçları kadere yüklemek insanoğlunun kolayına gelir. Olumlu ve güzel olaylarda ise kader hiç işe karıştırılmaz. Örneğin bir depremdeki ölümlerin sorumlusu olarak kader gösterilirken başka ülkelerde daha büyük depremlerde hiç can kaybı yaşanmaması kader olarak görülmez. Fakirlik ya da iflas kader olarak görülürken zenginlik kader olarak değerlendirilmez. Başka bir deyişle insanlar iyiliği kendine, kötülüğü ise kadere ve dolayısıyla Allah’a atfeden bir yaklaşım sergiler. Aslında kadercilik, aklını kullanmak istemeyenlere sığınma imkânı vermekte ve bir bakıma yapılan yanlışlıkları Allah’ın üzerine yıkma ve sorumluluktan kaçınma imkânı tanımaktadır. Oysaki başımıza gelen iyiliklerde ve kötülüklerde de ilahi takdirin yanı sıra bireysel sorumluluğumuzu da dikkate almak gerekir. 
İnsanın sorumluluğunu yok sayan bu tarz bir kader anlayışı Kur’an’da reddedilmiştir. “Allah dileseydi babalarımız ve biz putlara tapmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık.” diyerek müşrik olmalarının nedenini Allah’ın takdirine bağlayanların bu inancı “Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz.” (Enʽâm, 6/148; Nahl, 16/35; Zuhruf, 43/20) denilerek reddedilmektedir. Çünkü bu tarz bir kaderciliğin, Allah’ın evrende her şeyi bir ölçü, miktar ve nizam ile belli bir düzene göre yaratması ve değişmez evrensel yasası anlamındaki kader ile de Allah’ın ilminin ve iradesinin her şeyi kuşatması anlamındaki kader inancı ile de bir ilişkisi bulunmamaktadır. 
Hz. Ömer, kaderi işlediği günahlara gerekçe yapan ve suçunu kadere yükleyen birini cezalandırmıştır. O, hırsızlık suçundan dolayı yakalanan ve “Allah böyle takdir etti.” diyerek kendini savunan hırsızı hem hırsızlığından dolayı hem de Allah’a iftira attığı için cezalandırmıştır. Âlimlerimiz de “Kadere iman vaciptir, ancak onu bahane etmek caiz değildir.” demek suretiyle yapılan yanlışların kadere yüklenmesini ve kaderin bahane olarak gösterilmesini uygun bulmamışlardır. Dolayısıyla bir kötülüğü işleyip sonra “kaderim böyle imiş” demek caiz olmadığı gibi, kadere sığınarak ve güvenerek işlerin sebeplerine sarılmayı terk etmek de doğru değildir. Çünkü bu anlamda kader bizim bilgimize kapalıdır. 

6