Nasıl Oruç?

Önce Niyet…
Oruç, belirli vakitler arasında (imsak ve iftar) Allah’ın çizdiği belli sınırlara uyarak bunları aşmamak anlamına gelen bir ibadettir. Bu ibadetin de diğer ibadetlerde olduğu gibi usulüne uygun şekilde gerçekleştirilebilmesi için birtakım şartlara ve kurallara uyulması gerekmektedir. Öncelikle oruç tutmak isteyen kimsenin bu ibadeti Allah rızası için yapacağına dair niyet etmesi gerekir. Niyet esasen kalp ile olur. Ancak kalben yapılan bu niyeti dil ile söylemek daha iyidir. Önemli olan kişinin sadece Rabbinin rızasını gözetmesi ve kalbinde başka hiçbir gayeye yer vermeden, ibadetine riya karıştırmadan, samimiyetle bu vazifesini gerçekleştirmeyi dilemesidir. Şüphesiz ameller niyetlere göredir (Buhârî, Bedü’l-vahy, 1) ve insanın ibadetleri ve davranışları, niyetinin samimiliği ölçüsünde değer ifade eder.
İmsaktan İftara…
Samimiyetle Rabbinin rızası için oruç tutmaya niyet eden kimse, imsak vaktinden iftar vaktine kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle oruç ibadetini eda etmiş olur. İmsak, oruç yasaklarından uzak durma vaktinin başlangıcını ifade eder. Yani imsak, tan yerinin ağarması vaktidir, bu vakitten itibaren yatsı namazının vakti çıkıp sabah namazınınki girmiş olur. İmsak, aynı zamanda sahurun sona erip orucun başlaması anlamına gelir. (Komisyon, İlmihal I, TDV Yay., Ankara, 2005, 381) 
Dinimizde tan yeri ağarmadan yani imsak vakti girmeden önce sahur vaktinde kalkılarak yemek yenmesi müstehap sayılmıştır. Bu, aynı zamanda Sevgili Peygamberimizin uygulamış olduğu sünnetlerindendir. O, “Sahura kalkın. Çünkü sahur yemeklerinde bereket vardır.” (Müslim, Sıyâm, 45) buyurmuştur. Sahur vaktinde kalkılarak bir miktar yemek yemek hem oruçlu kimsenin ertesi gün için daha dirençli olmasını sağlar hem de bu mübarek vakitte uyanık olmak suretiyle ondan istifade etmeye vesile olur. Sahur yemeği ile tüm ailenin bir araya geldiği, ramazan coşkusunun yaşandığı farklı bir atmosfer tadılmakta ve hanelere ramazan bereketi yayılmaktadır. Peygamber Efendimiz Müslümanlar ile ehl-i kitabın oruçları arasındaki en büyük farkın sahura kalkmak olduğunu ifade etmiş (Müslim, Sıyâm, 46), kendisi ve ashabı da sahura kalkmaya özen göstermişlerdir.
İmsak vakti ile başlayan oruç ibadeti iftar vaktiyle sona erer. İftar vakti, Güneş’in batışıyla oruç yasaklarının kalktığı zamanı ifade etmektedir. Akşam ezanının okunmasıyla oruçlarını açan müminler, sevinç içerisinde ibadetlerini yerine getirmenin huzurunu yaşarlar. Müminlerin yaşadıkları bu sevinç şüphesiz dünya hayatıyla sınırlı kalmayacaktır. Zira Allah Resûlü, ”…Müminin iki sevinci vardır: Birisi iftar vaktinde orucunu açtığı andaki sevinci, diğeri Rabbine kavuştuğu zaman orucunun (mükâfatından kaynaklanan) sevincidir.”  (Müslim, Sıyâm, 163) buyurmuştur. Ayrıca o, oruçlarını açan müminleri şöyle müjdelemektedir: “Şüphesiz her iftar vaktinde Allah tarafından (cehennem ateşinden) azat edilenler vardır. Bu, (ramazanın) her gecesinde olur.” (İbn Mâce, Sıyâm, 2)
Allah Resûlü, oldukça mütevazi olan iftar sofrasında israf ve gösterişten uzak bir şekilde orucunu açardı. İftar sofrasında Rabbine şükretmeyi ihmal etmez, orucunu açtığı zaman, “Susuzluk gitti, damarlar suya kavuştu. İnşallah orucun sevabı da hasıl olmuştur.” (Ebû Dâvûd,  Sıyâm, 22) şeklinde veya “Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttum. Senin rızkınla orucumu açtım.” (Ebû Dâvûd, Sıyâm, 22) diyerek orucunu açardı.  Yemek yedikten sonra da, “Yanınızda oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyiler yesin ve melekler size rahmet dilesin.” (Ebû Dâvûd, Et’ıme, 54) şeklinde dua ederdi.
İftar sofralarını başkalarıyla, özellikle de yardıma muhtaç kardeşlerimizle paylaştığımızda ramazanın bereketini üzerimizde hissedebiliriz. O zaman ramazan ruhuna yakışan sofralardan gerçek anlamda nasiplenebilir ve Rabbimizin rahmetine nail olabiliriz. Bunun yolunu Allah Resûlü şöyle işaret etmiştir: “Bir oruçluya iftar veren, iftar verdiği kişinin sevabı kadar daha sevap elde eder.” (Tirmizî, Savm, 82)

14

Kimler Oruç Tutabilir?

Dinimizde bir kimsenin oruç ibadetiyle yükümlü sayılabilmesinin bazı şartları bulunmaktadır. Müslüman olma, ergenlik çağına ulaşmış olma ve akli olgunluğa sahip olma diğer ibadetlerde olduğu gibi oruçta da gereklidir. Bu şartları taşıdığı hâlde oruç tutamayacak kadar hasta olanlar ile yolcu olanlar oruç tutmayabilirler. Bu kişiler, tutamadıkları oruçları durumları normale döndüğü zaman kazâ ederler. Aynı şekilde hamile veya emzikli kadınlar da oruç tutmayabilir, diğer zamanlarda bunu telafi ederler. Yaşlılık nedeniyle oruç tutamayanlar ve iyileşme ihtimali bulunmayan hastalar ise tutamadıkları her oruç için bir fakiri doyuracak kadar fidye verirler. (İlmihal, s. 394-395)  Fidye, bu şekilde çeşitli mazeretler nedeniyle oruç ibadetinin eda edilememesi durumunda ödenen maddi bedeli ifade etmektedir. Bir fidye, bir kişiyi bir gün doyuracak yiyecek miktarı veya bunun ücretidir. Bu da “sadaka-i fıtır” ile aynı miktarı ifade eder. Bu, fidyenin asgari ölçüsüdür. İmkânı olanların daha fazla vermesi ise daha iyidir.

15