Yardımlaşma ve Dayanışma Bilincine Sahip Olmak
Yaratılıştan insana bahşedilen manevi donanımlardan biri de yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma duygusudur. Zekâtın, insanın fıtratında var olan bu duyguyu açığa çıkaran, geliştiren, yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan bir işlevi vardır.
Müslümanlar birbirlerinin kardeşidir, hatta bir vücudun organları gibidirler. Nasıl ki vücudun herhangi bir organında ağrı ve sızı olduğunda vücudun diğer organları rahatsız olursa; İslam toplumunda da bir kimsenin acı ve üzüntü duyması, muhtaç hâle gelmesi diğer Müslümanları rahatsız eder. (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66) Bunun üzerine iyi durumda olan Müslümanlar, sıkıntıda olan kardeşlerinin yardımına koşar, acılarını paylaşır ve ihtiyaçlarını karşılarlar. Böylece toplumda sosyal yardımlaşma ve dayanışma bilinci gelişir.
Sosyal yardımlaşma ve dayanışma, her bir ferdin, içinde bulunduğu topluma karşı yerine getirmesi gereken birtakım görev ve sorumluluklarının olduğunu bilmesi ve bunları yerine getirmesidir. Bu konudaki ihmal ve kusurlar cemiyet binasının çöküşüyle sonuçlanır ki, bundan toplumun bütün fertleri zarar görür. Bu nedenle din kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılamak, maddi sıkıntılarını gidermek, tasaddukta bulunmak ayet ve hadislerle teşvik edilmiştir.(İnsân, 76/8-9; Buhârî, Mezâlim, 3) Ancak İslam dini maddi imkânsızlıklar içerisinde bulunan fakir ve muhtaçların hayatlarını devam ettirmelerini sadece gönüllü yardımlara bırakmamış, varlıklı insanların kazandıkları servetin kırkta birini Kur’an’da belirtilen ihtiyaç sahiplerine vermelerini yani zekâtı farz kılmıştır.
Mümin, sahip olduğu mal varlığını gerek zorunlu olan zekâtla, gerekse sadaka olarak adlandırılabilecek diğer gönüllü yardımlarla ihtiyaç sahibi diğer mümin kardeşleriyle paylaşmalı, onların gönüllerini hoş tutma gayreti içerisinde olmalıdır. Tarih boyunca bu hassasiyeti gözeten müminler, gece gündüz demeden çalışmış, üretmiş, vakıflar kurmuş ve başkalarına da faydalı olmaya gayret etmişlerdir.
48