Duanın Değeri

İnsanın tabiatında, Rabbine yönelme, O’na sığınma duygusu vardır. Bu itibarla dua fıtrî bir yönelimdir, tabiidir, doğuştandır. Aynı şekilde kâinatta yaratılmış olan her şey Allah’ı anmakta, O’nu yücelterek tesbih etmektedir. Bu yönüyle bütün varlık Allah’a duadadır. “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. Her şey O’nu hamd ile tesbih eder. Ancak, siz onların tesbihlerini anlamazsınız…” (İsrâ, 17/44) ayetiyle de bu vurgulanır. Allah yerlerin, göklerin, canlı ve cansızların, varlığın yaratıcısı ve sahibidir. Her şey O’nun kudretinin eseridir. Evrendeki her şey kendi lisanları ve hâl dilleriyle Yaratan’ı yüceltir, anar. O’na şükreder, ondan ister. 
Kâinatın eşsiz bir parçası olan insan, Rabbine kulluk etmek üzere yaratılmıştır. Dua, insanın özünde vardır. Kur’an’da insanın Allah’a verdiği söz hatırlatılarak bir anlamda özü itibarıyla O’nunla kurduğu yakınlık ve irtibata dikkat çekilir. (A’râf, 7/172) Ezelden Rabbini bilen insanın en kıymetli yönü Rabbine yakınlığı, O’na yönelmesidir. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz “Allah katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.” buyurarak duanın kulluğun özü olduğunu belirtmiştir. (Tirmizî, Deavât, 1) İnsanın her an her koşulda bu samimiyeti devam ettirerek Rabbiyle bağını koparmamasını sağladığı için dua eşsiz bir değere sahiptir. İnsana her daim aczini hatırlatıp teslimiyetin tadına varmasını sağladığı için özeldir. Kendisinin sınırlı, güçsüz bir kul, el açtığı Yaratan’ının ise yaşatan, rızık veren, her şeye gücü yeten Allah olduğunun bilincine varmasını sağladığı için önemlidir. 
İnsanın maddi olduğu gibi manevi istek ve ihtiyaçları da vardır. Bunları sağlamak için kendisi çalışıp gayret gösterse de Allah’ın yardımına muhtaçtır. O’na sığınır, O’ndan güç ve yardım ister. Çaba insandan, başarı ise Allah’tandır. İnsan, özellikle aciz kaldığı, sıkıntıya düştüğü durumlarda Yüce Yaratıcı’ya sığınır. Daralıp bunaldığında, kaza, bela, sıkıntı anında “Allah” der. O’na sığınarak yalvarır, bir çıkış yolu göstermesini ister. Bu hâl, insanın fıtratında var olan bir durumdur. Dua da bu duygunun dışa vurumudur; dertlerin, sıkıntıların ilacı, kırık gönlün şifasıdır. Dua, Yaratıcı’ya kul olmanın göstergesidir. Dua kulluğun özü, ibadetin ta kendisidir. (Tirmizî, Deavât, 1) 
Sınırlı bir varlık olan insan, Rabbine el açarak sınırsız, sonsuz, her şeye gücü yeten Allah’a bütün benliği ile yönelir, hâlini arz eder. Kalbinden geçenleri O’ndan ister. Yüce Allah’a karşı acziyetini itiraf eder. Kulun Allah’a yönelerek samimi duygularla dua edişi bir ibadettir. 
Dua, herhangi bir zaman veya şartla kayıtlanmaksızın insanın her daim Rabbine yönelmesidir. Rabbimiz de bizden her ne vesileyle olursa olsun dua etmemizi istemektedir. “Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152) buyuran Allah Teâlâ, kulunun her an kendisiyle birlikte olmasını ister. Sadece çaresizlik içinde ve zor şartlar altında değil, tehlike ve sıkıntılar atlatıldıktan sonra da insan Rabbiyle iletişim hâlinde olmalıdır. Nitekim ayette müminlerin bu durumu şöyle anlatılır: “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmrân, 3/191) Bazı ayetlerde insanın ihtiyaç ve sıkıntılarının giderildiği, kendini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda dua isteğinin zayıfladığı, Allah’tan yüz çevirdiği, kendi güç ve yeterliliğini gözünde büyütüp bencil ve zalimce hareket ettiği belirtilir: “Denizde bir tehlikeyle yüz yüze geldiğinizde Allah’tan başka bütün yardıma çağırdıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında ise yüz çevirirsiniz. İnsanoğlu çok nankördür! (İsrâ, 17/67)

2