Kur’an-ı Kerim’de İnsan
Yüce Allah’ın eşsiz yaratma kudretinin eseri olan insan, Kur’an-ı Kerim’de tüm yönleriyle ele alınmıştır. Beden ve ruhtan meydana gelen insan tabiatı, ruh itibarıyla semavidir, (Hicr, 15/28-29) yüce âleme aittir. İnsan ruhunu olgunlaştırdığında ulvi âlemin özlemiyle ulvi olanın peşinden gider. İnsan beden yönüyle de yeryüzüne ait (arzî) olduğu için arza ait şeyleri daha fazla ister. Esasında insan, ruh ve beden arasındaki dengeyi sağladığında dünya ve ahiret mutluluğunu kazanabilecek tabiata sahip olur. Ahireti terk edip dünyaya yöneldiğinde dünya nimetleri ona verilir. Ancak onun ahiretten bir nasibi olmaz. (Şûrâ, 42/20) Ahiret kazanımlarından mahrum kalarak sadece dünya nimetlerine sahip olmakla istediği saadeti elde edemez. (Âl-i İmrân, 3/91) Dünyadaki ve ahiretteki nasibini unutmadan yaşayan kimse (Kasas, 28/76-78), tabiatına uygun davrandığında dünyada iç huzuru, ahirette ise kurtuluşu elde eder. (Gürbüz Deniz, Anlam ve Varlık Boyutuyla İnsan, DİB Yay., Ankara 2015, s. 15-16)
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi insanın hem iyilik ve itaate hem de kötülük ve isyana gidebilmesi onu diğer varlıklardan ayırmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği üzere insan; cahil, zalim, kan dökücü, bozguncu, sabırsız, tamahkâr, cimri ve nankör gibi kötü vasıfların yanı sıra iman, teslimiyet, ilim, takva, merhamet, sevgi, sabır, diğerkâmlık gibi faziletleri de bünyesinde barındıran bir varlıktır. Şeytanın vazifesi de insanı kötülüklere çağırmak ve kendisine uymak üzere ikna etmektir. İnsan şeytana kanmayıp kendisini yaratan Rabbine iman ederse ve salih amellerde bulunursa ziyandan kurtulur, (Asr, 103/3) dünya ve ahirette kazananlardan olur. Bunu gerçekleştirmek üzere de Cenâb-ı Hak, insana verdiği akıl nimetini kullanmasını Kur’an-ı Kerim’de ısrarla vurgular. (Bakara, 2/164; Âl-i İmrân, 3/65; Enfâl, 8/22)
Yüce kitabımız insanın yaratılış amacının Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmek olduğunu bildirir. (Zâriyât, 51/56) Bu sebeple insanı yaratan ve yaşatan Allah Teâlâ’nın varlığını ve birliğini inkâr etmek en büyük zulüm yani haksızlıktır. (Lokmân, 31/13) Kur’an, sorumluluklarının farkında olmayan insanı zalim ve cahil (Ahzâb, 33/72) olarak tanımlar. İnsan yaratılış amacından uzaklaşınca tüm kâinatı emrine veren Allah’a karşı nankörlükte bulunur, (Yûnus, 10/12) geçici hazlara yönelir. (Âl-i İmrân, 3/14) Cimrilik, (İsrâ, 17/100) unutkanlık, (Tâhâ, 20/115) böbürlenme, acelecilik, (Hûd, 11/10; İsrâ, 17/11) gerçeğe karşı direnme, inkârcılık (Âl-i İmrân, 3/21) gibi zaaflar gösterir. Dünya ve ahiret kurtuluşunun yolu imtihan dünyasında iyilikleri çoğaltmak ve kötülüklerden yüz çevirmektir.
Allah Teâlâ insanları erkek ve dişiden yarattığını ve onları farklı kavimler ve milletlere ayırdığını bildirir. (Hucurât, 49/13) İnsanlar arasındaki etnik ve kültürel farklılıklar, bir milleti diğerinden ayıran ve kendisine özgü bir kimlik kazandıran özelliklerdir. Ancak ayet-i kerimenin devamında hiçbir toplumun/kişinin diğerine karşı bir üstünlük yarışına girmemesi öğütlenerek üstünlüğün takvada olduğu vurgulanmaktadır. Farklı sosyal ve etnik gruplara mensup olmanın üstünlük vesilesi olarak algılanması dinimizce kabul edilemez. İslam, insanın şerefini kendi iradesi ile elde etmediği etnik aidiyete değil; irade ve çabasıyla edindiği ahlaki değerlere bağlar. Ayet-i kerimede geçen takva kavramı, İslam’ın değerlerini kuşanmayı ve bunların zıtlıklarından titizlikle kaçınmayı ifade eder. (bk. Â’râf, 7/26; Kur’an Yolu Tefsiri, c. 5, s. 97-98) Ebedî kurtuluşun yolu bir olan Allah’a ve O’nun Resûlü’ne iman ve itaatten geçer.
2