Dua Kaderi Değiştirir mi?

Dua, sözlükte “çağırmak, seslenmek, yardım istemek” anlamına gelir. Dinî bir terim olarak ise “Allah’a yakarmak, istek ve ihtiyaçlarını arz ederek O’nun lütfunu ve yardımını dilemek” demektir.  
Dua, kulun Allah ile iletişim kurmasıdır. Allah kullarının kendisine dua etmesini, kendisinin bu duaları işittiğini ve bunlara karşılık verdiğini belirtmektedir: “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 2/186) Diğer taraftan Allah “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkân, 25/77) buyurarak dua etmeyi övmüştür. Başka bir ayette de, başa gelen sıkıntılı durumlarda hem sabır ve direnmekle hem de namaz ve dua ile Allah’tan yardım istemek tavsiye edilmektedir. (Bakara, 2/45) 
Dua konusunda düşülen yanlışlardan biri de Allah’ın yapılan her duayı kabul edeceğini düşünmektir. Kur’an’da peygamberden dahi gelse sünnetullaha aykırı taleplerin reddedildiği bildirilmektedir. Hz. Nuh’un oğlunun hidayeti için (Hûd, 11/45-46) ve Hz. İbrahim’in Lût kavminin helak edilmemesi için yaptığı dualar buna örnektir. (Hûd, 11/76) Allah’ın ayette “icab/cevap verme” kelimesini kullanması, duaları işittiği ve kayıt altına aldığı şeklinde anlaşılmalı, cevap verme ya da kabul etmenin tek bir şekilde olmayacağı bilinmelidir. Bazen talep edilen şeyler, istenilen şekilde değil de başka şekilde verilmekte (Âl-i İmrân, 3/35-36), bazen bu taleplerin gerçekleşmemesi kulun yararına veya imtihanının bir parçası olmaktadır. Doğru şekil ve şartlarda yapılan her dua kayda alınır ve bunlardan tabii yasalara uygun olanlar ve kulun hayrına olanlar Allah’ın dilemesiyle zamanı geldiğinde işleme konulur. 
Allah Teâlâ âlemdeki tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Kalkan oktan korunmaya, su bitkilerin büyümesine sebep olduğu gibi, dua da sıkıntı ve belayı def etmek ve Allah’ın rahmetini çekmek için bir sebeptir. Ancak dua sonucunda meydana gelecek olan değişiklik de yine sebep-sonuç ilişkisi içinde ortaya çıkar. Allah “savaş hazırlığı yapın” dediği hâlde silah kuşanmamak, tohumu toprağa saçtıktan sonra sulamamak, sonra da “Allah ne takdir ettiyse o olur.” demek doğru değildir. Hiçbir şey yapmadan ve sebeplere sarılmadan bir işi Allah’tan istemek, o işin meydana gelmesi için yeter sebep değildir.
Duada asıl olan kulun kendi sorumluluk alanına düşeni yaptıktan sonra yaratıcısına bilgi, duygu ve taleplerini iletmesidir.  Sorumluluk alanımıza giren ve yapabilme güç ve kudretine sahip olduğumuz şeyleri dua ile Allah’tan istemek doğru değildir. Böyle bir davranış, bize irade vermek suretiyle havale edilen hususları tekrar Allah’a havale etmek anlamına gelir ki bu imtihan şuuruyla bağdaşmaz. Duanın amacı Allah’a bilmediği bir şeyi hatırlatmak veya O’na kendi işlerimizi yaptırmak değil, kişinin kulluğunu göstermesi, aczini ve ihtiyacını O’na arz etmesidir. 
İnsanın sorumluluk alanına giren şeyleri yapması fiili dua olarak adlandırılmıştır. Başka bir deyişle kalpten ve sözlü yakarışlar kadar, taleplerin yerine getirilmesi için gereken çabanın gösterilmesi, gayretin sarf edilmesi de dua kapsamındadır. Çünkü bu gayret ve çabalar da Allah’ın merhametini ve yardımını talep anlamına gelir ve istenilen sonucun elde edilmesinde etkili olur. İnsan elinden geleni yaptıktan sonra gücünü aşan hususlarda Allah’tan yardım istemeli ve işin sonucu konusunda Allah’a tevekkül etmelidir. Ancak bunu yaparken kulun iradesi kapsamında olan şeyler ile Allah’ın iradesi ve takdirine konu olan şeylerin farkında olunmalıdır.
Duanın özü, insanın Rabbinden yardım istemesidir. Bir nevi dua, Allah’ı olay ve olgulara müdahale ettirme çabasıdır. Konu ile ilgili hadislerde; kaderi ancak duanın değiştirebileceği (Tirmizî, Kader, 6; İbn Mâce, Sünnet, 10) ve duaların, başa gelen sıkıntıyı gidermede ve henüz başa gelmeyeni engellemede sahibine fayda vereceği (Tirmizî, Daavât, 10) bildirilerek bu duruma işaret edilmiştir. Fakat ecel ve rızık konusunda olduğu gibi, burada da Allah’ın müdahalesini daha önce takdir ettiği kaderi değiştirmesi şeklinde düşünmemek gerekir. Bilakis Allah ezelî ilmiyle kulun duasını bildiği için bunu dikkate alarak bir kader takdir eder. Bu anlamda dua da duanın meydana getireceği değişiklik de kader kapsamındadır. Kul ise, dua etmek suretiyle ancak Allah’tan istenileceğini ve Allah’a sığınılacağını ortaya koyarak kulluğunu açığa vurmuş olmaktadır. Peygamberimizin duayı ibadetin ta kendisi ve özü (Tirmizî, Daavât, 1) şeklinde tanımlamasını da bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.

29