İnsan Kimdir?
İnsan kimdir sorusu, insanlık tarihinin en eski sorusu olarak karşımıza çıkar. Bu soruya her ilim erbabı kendine göre cevap verir. Filozoflara göre insan; konuşan, düşünen, alet kullanabilen; biyologlara göre iki ayağı üzerinde durabilen ve yürüyen canlı; sanatkârlara göre ise duyguları olan varlıktır. Bu tanımların her biri insanın farklı yönlerini ortaya koymakla beraber insanı bütün olarak anlatmaktan uzaktırlar. İnsanoğlunun cevabını aradığı bu soruya en doğru şekilde ancak onu yaratan cevap vermiştir. “Yaratan bilmez mi?” sorusuyla insanı bu gerçekle yüzleştiren Rabbimiz muhakkak ki en ince işleri görüp bilen ve her şeyden hakkıyla haberdar olandır. (Mülk, 67/14)
Yüce Allah, en şerefli varlık olarak yarattığı insanı diğer tüm varlıklardan üstün tutmuş ve onu yeryüzüne halife kılmıştır. İnsanın üstün bir varlık olması, Allah Teâlâ’nın ona lütfeylediği özellikler ve nimetler sebebiyledir. Kur’an-ı Kerim’de “And olsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsrâ, 17/70) buyrularak insanın diğer varlıklardan üstün kılındığı ve ona şerefli bir hayat sürecek imkânlar verildiği bildirilmiştir. İnsana üstünlük kazandıran meziyetler arasında akıl, ruh, zekâ, irade, düşünme, doğru ve yanlışı birbirinden ayırma kabiliyeti, canlı ve cansız varlıklar üzerinde tasarruf yetkisi, ekonomik faaliyetlerde bulunma yanında şehirler ve medeniyetler kurma özelliği sayılabilir.
İnsanın sahip olduğu tüm bu özelliklerinin yanı sıra Yüce Allah’ın lütfu ile yerde ve gökte bulunan varlıklar da onun hizmetine sunulmuştur: “O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden bir lütuf olarak emrinize vermiştir…” (Câsiye, 45/13) Allah katında insan o kadar değerlidir ki, gökte ve yerde bulunan her şey; güneş, ay, yıldızlar, gece, gündüz, bitkiler, hayvanlar ve daha sayamayacağımız nice nimet onun hizmetine sunulmuştur. (Nahl, 16/12) Dolayısıyla insan gaye bir varlıktır, kâinat ve içinde bulunanlar onun için yaratılmıştır.
İnsan, beden ve ruhtan meydana gelen bir varlıktır. Topraktan yaratılan insana esas kıymet kazandıran ise ruhudur. Zira ruh kendisini var eden Rabbinden gelmektedir. İnsanın ruh ve beden bakımından nasıl yaratıldığını Kur’an şöyle açıklar: “O yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun neslini önemsenmeyen bir suyun özünden yaratıp sürdürmüştür. Sonra ona düzgün bir şekil vermiş ve ruhundan ona üflemiş; sizi kulak, göz ve gönüllerle donatmıştır. Ne kadar da az şükrediyorsunuz! (Secde, 32/7-9) Bu ayet-i kerimede Yüce Allah, insanı önce topraktan yarattığını, sonra ona şekil verdiğini zikrederek onun maddi yönüne işaret eder. Daha sonra da insana ruhundan üflediğini bildirerek onun manevi yönüne vurgu yapar. İnsan, yaratılışındaki maddi ve manevi üstün özellikleriyle Yüce Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve emanetinin taşıyıcısı olma vasfına ulaşır.
Yüce Allah, ruh ve beden yönüyle en güzel şekilde yarattığı insana akıl, irade ve düşünme gücü vermiştir. İnsan, Yüce Allah’ın yeryüzündeki halifesi (Bakara, 2/30) ve kutsal emanetinin (Ahzâb, 33/72) taşıyıcısıdır. Bu yönleriyle insan yeryüzünde hiçbir canlının, meleklerin dahi ulaşamayacağı bir konuma yerleşmiştir. Rabbimiz bir taraftan insanı değerli kılan vasıflarla donatırken diğer taraftan ona çeşitli sorumluluklar yüklemiştir. İnsana verilen tüm bu vasıflar, onun sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirebilme amacına yöneliktir.
Yüce Allah, insana verdiği eşsiz değerin bir sonucu olarak onun inancını, canını, malını, neslini, onur ve haysiyetini dokunulmaz kılmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Müslüman’ın kişilik onuru, malı ve kanı saygındır, ona dokunulamaz. Takva (Allah’a karşı sorumluluk bilinci) işte şuradadır (kalptedir). Müslüman’ın, Müslüman kardeşini küçük görmesi, kötülük olarak ona yeter.” (Tirmizî, Birr, 18) buyurarak insanın hürmete layık olduğunu bildirmiştir. Bizim inancımızda insanın canı her şeyden değerlidir: “…Kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Mâide, 5/32 )
İnsanı onurlu bir varlık olarak yaratan Cenâb-ı Hak, insan onurunu yaralayan her türlü davranış ve uygulamayı yasaklamıştır. Alay, küçük görme, gıybet, iftira, yalan, dedikodu, hata ve kusurların ortaya dökülmesi insan onurunu zedeleyen davranışlardır. Hucurat suresinde Rabbimiz insan onuruna yönelik bu davranışlar hakkında şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tabii ki bundan tiksinir! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucurât, 49/12) Bu ayet-i kerime, hakkında kesin bilgimiz olmayan ve insanları töhmet altında bırakan kulaktan dolma bilgilere itibar etmememizi bildirmektedir. Çünkü zan ve tahminlerin çoğu isabetsiz olup haksızlıklara sebebiyet vermektedir. Diğer taraftan insanların özel alanlarına ait bilgileri araştırmak ve arkalarından hoşlanmayacakları şekilde konuşmak yani gıybet de caiz değildir. Peygamber Efendimiz: “Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” (Müslim, Birr, 28) buyurarak insan haysiyetine yaraşır şekilde yaşamak için dikkat edilmesi gereken ahlakı haber vermiştir .
Müminlerin kardeş olduklarını bildiren Yüce Allah, kardeşlik ahlakına sığmayan davranışlarda bulunmaktan bizleri men etmiştir. Yine Hucurat suresinde alaya alma ve lakap takma gibi insanı aşağılayan ve onurunu zedeleyen davranışlar yerilmiştir. (Hucurât, 49/11-12) İnsanları şaka yollu dahi olsa alaya almak, onları küçük görmek ve aşağılamak anlamına geldiğinden kabul edilemez. Çünkü Allah katında kimin daha değerli olduğunu bilemeyiz. Belki de alaya aldıklarımız bizden daha hayırlı olabilirler: “Nice kapılardan kovulmuş üstü başı perişan insan vardır ki, Allah’a yemin etse Allah onu yemininde haklı çıkarır.” (Müslim, Birr, 138) hadis-i şerifi, her insana Rabbimizin yarattığı onurlu bir varlık gözüyle bakmamız hususunda bize yol göstermektedir.
Ahsen-i takvim üzere yani en güzel ve mükemmel surette yaratılan insan, varlık âlemi içerisinde eşsiz bir yere sahiptir. İnsan, saygın ve onurlu bir hayat yaşayarak Rabbinin kendisine bahşettiği üstün niteliklerini ortaya koyabilir. Bu, kendisini ve tüm mahlukatı yaratan Rabbini tanıması, O’na gereğince kulluk etmesi ve erdemli bir hayat yaşamasıyla mümkün olur. İnsan, saygınlığını zedeleyen tutum ve davranışlarda bulunduğunda ise aşağıların aşağısı bir konuma düşme tehlikesiyle karşı karşıyadır: “Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (Tîn, 95/4-5)
1